Amaçlanan neydi?
“CHP döneminde başlayan ABD ve Batı’yla yakınlaşma süreci, 1950 seçimleri ve DP iktidarı döneminde artarak sürdü. DP’nin dış borçlanmaya dayalı ekonomi politikası ve 1952’den itibaren NATO üyeliğine dayalı savunma politikasının bedeli, Türkiye’nin siyasal kararlarda Washington’a bağlanması oldu. DP döneminin dış politika anlayışı ‘ABD eşittir NATO, NATO eşittir ulusal politika, ulusal politika eşittir ABD’ biçiminde özetlenebilir hale geldi” (Melek M. Fırat, Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları (1945-1960), Toplumsal Tarih, Eylül 2000, s. 23).
Bu koşullar altında Türkiye, İngiltere tarafından Londra Konferansı’na çağrılmakla Kıbrıs sorununda resmen taraf haline getirilmiştir. Çünkü 2. emperyalist paylaşım savaşı sırasında başlayan ve artık İngiltere’yi zorlayan bir mücadele vardır. Kıbrıs Rumları’nın bağımsızlık mücadelesi. Adayı stratejik önemi dolayısıyla bırakmak istemeyen İngiltere, denge unsuru olarak masaya o güne kadar güdümünde hareket eden Türkiye’yi ve Kıbrıs Türkleri’ni sürmüştür.
Oysa ki Türkiye o güne kadar Kıbrıs’ta yaşananları İngiltere’nin içişi olarak nitelemiştir. 6-7 Eylül olaylarıyla amaçlananlardan biri burada karşımıza çıkıyor. Dünya kamuoyuna Türkler’in Kıbrıs’a ilgisini kanıtlamak.
Diğer taraftan 6-7 Eylül olayları, Türk burjuvazisinin büyük oranda azınlıkların elinde bulunan sermaye birikimini gasp etmesinde büyük rol oynamıştır. Bilinen birşeydir, iktidarı alan güçsüz Türk burjuvazisi bu güçsüzlüğünü iktidarı elinde bulundurmanın olanaklarıyla, özellikle şiddetle aşmaya çalışmıştır. CHP iktidarında uygulanan varlık vergisi ile azınlıkların elinde bulunan sermaye birikimlerine büyük darbe vurulmuş, fakat bu yetmemiştir. 6-7 Eylül olayları bu açıdan bir başka adım olmuştur. Çünkü sonrasında azınlıkların gayrimenkulleri gasp edilmiştir. Rumlara el çektirilmesinden dolayı piyasada doğan boşluk Türk burjuvazisi tarafından doldurulmuştur. Bu açıdan 6-7 Eylül devlet eliyle burjuvaziyi palazlandırmak politikasının bir uzantısı sayılabilir.
Olayların ardındaki uluslararası güç yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ABD’dir. ABD bu şekilde Kıbrıs’ta İngiltere’nin oynadığı hakim role sekte vurmuştur. Bilindiği üzere olaylar İngiltere’nin çağrısıyla Yunanistan ve Türkiye’nin katılımıyla gerçekleşmekte olan Londra Konferansı sırasında gerçekleşmiştir. ABD emperyalist dünyanın yeni önderi olarak Kıbrıs’ta sürecin dışında kalmayacağını uydusu haline gelen Türkiye aracılığıyla göstermiştir.
Burada Türkiye’nin çelişik bir konumu olduğu açıktır. Çünkü gün geçtikçe ABD’ye bağımlılığı artan Türkiye, Kıbrıs sorununda o güne kadar İngiltere’nin güdümünde hareket etmiştir. 6-7 Eylül olaylarındaki CIA parmağı bu çelişik durumun nasıl çözüldüğüne de ışık tutuyor.
***
6-7 Eylül olayları ile birlikte yeni bir gelenek başlar. Ülkedeki Rumlar Kıbrıs sorununun bir aracı haline gelir. Devlet artık Kıbrıs sorunundaki gelişmelere bağlı olarak, gerekli gördüğünde vatandaşı Rumlar’a baskı yapar. Bu politikanın sonucu olarak ülkedeki Rumlar’ın sayısı oldukça azalmıştır. Gelinen yerde yüzlerle ifade edilmektedir. Düşünün ki, devlet verilerine göre 1924’te İstanbul’un nüfusu 1 milyonken, bunun 280 bini Rum ve ayrıca 26 bini ise Yunan uyruklu Rum’dur. Bugün İstanbul’un nüfusu 10 milyonu aşmıştır ve bunun ancak bir kaç yüzü Rumlar’dan oluşmaktadır!
Basının katkısıyla hazırlanan provokasyon
(alıntıdır ..)