bir gün mutlaka

kapitalizm yok edilmedikçe , gerçek bir barıştan söz etmek imkansızdır

DİOJEN (Sinop' lu)

Kinik Yunan filozofu. M.Ö. 411 (412?) de Sinop'ta doğdu ve 324'te Corinthe' de öldü; sözde bu tarih, İskender'in Babil'de öldüğü güne rastlıyormuş. Babası Ikesios, saraftı ve oğluyla birlikte kalp para çıkarmıştı; o zamanlar zenginliği seven Diojen, kalpazanğı meydana çıkınca, yurdundan kovuldu; Atina'da sığınacak bir yer aradı; çocukluğundan

itibaren kanuna kar­şı itaatsiz bir ruh taşıyan ve böyle bir ruhla da yetiştiril­miş olan Diojen, bü­tün toplumun kendi aleyhine çevrildiği­ni görünce, isyanı büsbütün artmış, alaycı ruhu, kibri, yır­tıcı nükteleri yüzün­den etrafındakilerin acıma duygularından bile yoksun kalmış­tır. Dostsuz, ekmeksiz, başıboş ve sefil bir halde, uzun yollar yürümüş ve açlığını gidermek için ağaç yapraklarını yemeye mecbur olmuştur.


Bir gün, yiyecek bulmak için şuraya buraya koşan bir fare görünce: "Hele bak! Bu hayvan, Atina'lıların mutfağına girmeyi biliyor da, ben onların sofralarına oturamamak talihsizliğindeyim!" diye bağırmıştır. Bunun üzerine hayvanlarınkine benzeyen bir durumun en uygun doğa hali olacağını düşünerek, cesaretlendi. Ondan daha çok önce Antisthene, "doğaya uygsun bir surette yaşamak" ilkesini felsefeye te­mel yapmıştı. Diojen, ders vermemeye yemin et­miş olan bu filozofa, öğrenci olmak istediği za­man, bütün öğrencilerini kovmuş olan Antisthene, kendisini sopasıyla kovunca, Diojen, başını uzatarak: "Vur, konuştuğun sürece beni kovabilecek kadar sert bir sopa bulamaya­nsınız!" demişti. Bu suretle onun öğrencisi olmuş ve sürgün edilmiş bir adam olduğu ka­dar, hocasının felsefesine uygun gelecek kadar sade bir hayata katlanmıştır. Hocası gibi kuv­vetli bir iradeye, büyük bir karakter enerjisi­ne sahipti. Fakat ondan fazla olarak, güzel ve kolay konuşur, alaycı nüktelerde ustalık göste­rirdi. Konuşmasının çekimine tutulanlar, ondan ror ayrılırlardı.


Bir gün Egine'den Atina'ya gel­miş olan bir genç, onun konuşmalarını dinler­ken ailesine dönmeyi aklına getirememiş, onu aramaya gelen kardeşi de dinlemeye başlayın­ca, geri dönmeyi unutmuş, nihayet babaları ge­lip aynı çekime tutulunca, her üçü de Diojen'in öğrencisi olmuş (Diogene Laerce, liv. VI).


Onun yeni bir doktrini yoktur; yalnız oku­lu, Gorgias'ın getirdiği ince tartışmalardan ve mantığı, spekülasyondan kurtarmıştır. İnsana biri ruh, diğeri beden için olmak üzere iki disiplin kabul etmiştir: Beden jimnastikle, ruh ise erdemle gelişir.


Erdem, doğaya uygun bir surette yaşamak, yani olabildiği kadar arzu ve ih­tiyaçları azaltmaktan ibarettir; bu nedenle re­fah, nezaket, güzel sanatlar ve bilim, cezalan­maları gereken fazlalıklardır; güzellik, zengin­lik, onur, asalet... vb. iğrenilecek şeylerdir. Din ve kanunlar, politikanın icatlarıdır. Evlenme, mülkiyet kaldırılması gereken fazlalıklardır.


Zi­ra, doğa hükümetinde her şey ortaklaşadır. Ser­vet, kadınlar ve çocuklar, hepsi de böyledir. Bu kötüye kullanılan şeyleri düzelttikten sonradır ki, gerçekten bilge olanlar, her şeyin tek sa­hip ve efendisi olurlar. Bunun nedeni ise, açık ve kandırıcıdır; zira, her şey Tanrılara aittir; bilgeler ise, Tanrıların dostudur; ve dostlar ara­sında her şey paylaşılır. Antisthene'in daha ön­ce savunduğu bu fikirler, Diojen'de aşırı bir şekil alır. O, doğaya dönmek için kendisini bü­tün insel duygulardan uzaklaştırır ve kendisi­ne ''Köpek'' adını verir; tok olduğu zaman ho­murdanan ve açken yaltaklanan bir köpek!.. Büyük İskender'in yardımını reddetmiş ve Antipater'in verdiği bir mantoyu kabul etmemiş, yiyeceğini şehir sokaklarında aramış, verenleri okşayarak, vermeyenlere saldırıp ısırarak dolaş­mıştır. Bir keşkül, bir fıçı ve bir sopası vardı. Bir süre çiğ et yemeyi denedi; geceleri uyku­su nerede gelmişse, orada bir köpek derisine dönen mantosuna sarılarak yatardı; örneğin, nemli yerlerde, bir tapınağın merdivenleri üzerinde ve çoğu zaman, "Atina yurttaşlarının ken­disi için yaptırdıkları şahane ev" adını verdiği Jüpiter tapınağının kemeri altında uyurdu. On­dan sonra her çeşit aşırı hareketlere başladı; en şiddetli yazlarda ateşli kumlar üzerinde yu­varlanır, kışın çıplak ayakla karlar üzerinde yürür ve donmuş heykelleri kucaklardı. Bazen halkın sövüp saymalarından bezince, heykeller­den sadaka ister; avuçla su içebileceğini görün­ce kullandığı tası fırlatır atar, bir çocuğun mer­cimeği ekmek içine koyup yediğini görünce, ka­şığını terk eder...


İşte Diojen'in insan hayatı­nı yetkin bir duruma getirmek için gösterdiği örnekler bunlardır.




Diogene Laerce, ona eserinde geniş bir yer ayırmış, onun hakkında okuyup işittiği her şe­yi yazmıştır. Diojen, Euclide'in Okuluna, "bil­gi okulu", Eflatun'un öğretimine, "zaman kaybettirme" ve Dionysos onuruna yapılan yarış­lara, "büyük deli mucizeleri", hatiplere de, "za­manın uşakları" dermiş. Bir gün Eflatun'dan biraz şarapla, incir istemiş, o da bir testi şarap vermiş. Bunun üzerine Diojen: "Sana iki kere iki ne eder? diye sorulunca, yirmi diye kar­şılık veriyorsun, ne senden istenilen şeyi veri­yor, ne de sorulan soruna karşılık!.." demiş; bu suretle Eflatun' un gevezeliğini de anlatmak istemiş.


İnsanların, daima nefret eder göründükleri şeylerin arkasından koştuklarını anlatan Diojen, dostlara parmakları kapatmadan el uzatmalıdır; insanlar tozlarını silkelemek için kendilerini döver ve ayak çarparlar da, erdem­li olmak için bunu asla yapmazlar; aklının ele­me, tabiatının kanuna ve esenliğin servete zıt olduğunu söylermiş. Kendisini iyi döşenmiş bir eve götüren bir adam, ona artık yerlere tükürmemesini tembih edince, derhal onun yüzüne tükürmüş ve buradan daha kirli bir yer bula­madım, demiş. Göklerde olup biten şeylerden söz eden bir filozofa, göklerden ne zaman gel­diğini sormuş. Ne zaman yemek yemelidir? so­rusuna, zengin olunursa istenildiği zaman, fa­kirlikte ise güç yettiği zaman, cevabını vermiş. Lysis, ona Tanrılara inanıp inanmadığını sorun­ca, nasıl inanmam ki, demiş, karşımda Tanrıla­rın en büyük düşmanı olan sen varsın! Kral Philippe, kendisine kim olduğunu sorunca, şu cesur karşılığı vermiş: Senin açgözlülüğünün casusu! Kendisine bir heykel dikilmesini iste­miş; nedenini soranlara, reddedilmiş olmanın zevkini tatmak için! demiş. İlk kez dilenmeye mecbur olunca şu şekilde sadaka istemiş: Baş­kalarına veriyorsanız, bana da veriniz! Vermiyorsanız, vermeye benden başlayınız!.. Denys'in dostlarına nasıl muamele ettiğini şöyle anlatırmış: Şişeler gibi, dolu oldukları zaman kırar, boş oldukları zaman atar!.. Kendisine vaktiy­le kalpazanlık yaptığını söylemişler; evet, demiş, bir zamanlar sizlere benzemem lâzım gelmişti. Fakat, şimdi siz benim olduğum hale asla ge­lemezsiniz!.. Bir okula girmiş, orada öğrenciden çok ''müz'' heykelleri görmüş; hocaya: Tanrıla­rı da sayarsak epeyce öğrenciniz var! demiş. İs­kender, kendisini âlemin yurttaşı sayan ve ''Köpek'' takma adıyla Yunanlıların sevgi, alay ve hakaretle bağlandıkları bu adama imrenmiş olacaktır ki, "İskender olmasaydım, Diojen olur­dum!" demiş.




Sözlerini esirgemeden ve yerinde karşılık ve­rerek, insanların boş gurur, hırs ve budalalıklarıyle alay eden Diojen'in gerçek adamı aramak için gündüz fener yaktığını herkes bilir. Ona göre, Lakedemonyalılar, çocukturlar; diğer Yu­nanlılar ise, çirkeftirler; pis bir şey, yani ka­dındırlar. Kadını hor gören bu adam, onların tehlikeli ve adi olduklarını söyler; bir ağaca asılmış iki adamı görünce, soğukkanlılıkla: "Tanrılara dua ediniz ki, bütün ağaçlar böyle meyveler versin!" demiştir. Kadınlardan sonra din adamlarını hor görür. Düşlere, fala, kâhin­liğe inananlara bakarak insanı, hayvanların en ahmağı, doktor ve filozoflara bakarak da en zekisi sayar. Diojen, kendisini güneşle muka­yese eder. Kanun adamlarını da sevmez; ken­disini Serapis'le, İskender'i Bacchus'le temsil eder. Kendisini haydutlar bir esir pazarında sat­mışlar; kendisine ne düşündüğü sorulunca karşılık olarak: "Özgür insanlara kumanda etmek!" der ve "Kim bir efendi ister, kimin bir efen­diye ihtiyacı vardır!" diye haykırır. Corinthe zenginlerinden Xeniade adında biri, onu satın alarak kendisine yetiştirsin diye iki çocuğunu emanet edince, onlara, ata binmek, ok ve sa­pan kullanmak, başlarını kazıtmak ve yalınayak gezmek gibi şeyleri öğretmiş. Müstebitlerden biri, kendisine tanıdığı en güzel bronzu sorun­ca, şu güzel karşılığı vermiş: "Harmodius ve Aristogiton heykellerindeki bronz!..".

Diojen, yaşlanınca, yazın Corinthe'e gider, kı­şın Atina'ya gelirdi. Bir gün dostları, onu mantosuna sarılmış olduğu halde, Corinthe yakın­larında bir jimnaz olan Cramion'da yatmakta olduğunu gördüler; uyuyor zannettikleri Diojen'i ölü buldular ki, o zaman doksan yaşındaydı.

İlkçağlar, onunla çok uğraştılar; Corintheliler, onun adına, üzerine köpek çıkmış bir sü­tun, Sinoplular da adına bir heykel diktiler. Söz götürmez bir yeteneğe sahip olan Diojen için Eflatun, "Deliren Sokrat" derdi. Kendisi ne bir filozof, ne de bir büyük adam sayılabilir, fakat orijinal bir psikoz olduğu inkâr edilemez.

Diogene Laerce, onun bazı diyaloglar ve tra­jediler yazdığını, fakat gerçekte bu eserlerin yazarı Diojen olmadığını iddia edenler bulundu­ğunu anlatır; ve bu eserlerin bir listesini verir. O, aşağılık ve başıboş bir hayatın olduğu ka­dar, ince ve dokunaklı nükteler sarfedebilen özgür bir kişilik timsali olarak, halkımız arasında da tanınır.

1 yorum:

Webmaster cok tesekkurler...

Selamlar SevalHatice